Translate

16 Haziran 2020 Salı

Gönül Posası


Sait Faik diyor ya “yazmazsam deli olacaktım” diye.  Aklımdan milyon tane düşünce geçti. Cidden çıldıracaktım artık. Ben bile basit biri olarak böyle bir kıvama geldiysem, yazar bir insanı düşünemiyorum. İnsan cidden anlatmak, paylaşmak, haykırmak istiyor bazı şeyleri. İçinden söküp atmak istiyor bazı fikirleri. Çıksın gitsin, kusayım da kurtulayım bu duygu boğulmasından diyor.

İnsanın içi bir kere dertle kaplanmaya dursun. Tüm geçmiş, yaşanmışlıklar hatta tahmin ettiğin yaşanacaklar, önüne seriliyor böyle sere serpe. Mutluluklar bir çırpıda tüketilip laf arasında harcanabilirken hüzünler dertler iyileşmiyor bir türlü. Laf arasında geçiştirmek istesen bile biliyorsun, kendinle bir başına kalınca hissettiriyor o yara kendini. Yara geçse bile izi kalıyor bünyende. Asla kurtulamayacağın, hatta ömür boyu taşıyacağın bir yara izi bu. Bazen dönüp bakarken sadece izi bile acıtırken içini, bazen nasıl olduğunu unuttuğun bu yara izinin sadece varlığı, bir yara izi taşıyor olmanın hüznü bile yetiyor insanın canını yakmaya. Sahi niye öyle? Bilmiyorum ama cidden kusasım var artık.


Hayatım yaşantım o kadar saçma karma karışık ki kendime bile ifade edemiyorum. Çok iyi, anlamlı gibi dursa da hiç öyle değil. Berbat, bomboş bir yaşantı gibi dursa da durum o kadar vahim değil. “Yaprak döker bir yanımız, bir yanımız bahar bahçe.” Öyle. Aslında öyle de değil. Başta belirttim, ifade edemiyorum ne yazık ki. Bu yazım kadar karmakarışık bir çorba yaşantım. Yaşanıyor bir şekilde elbette hayat. Kusmak ağlamak istesem bile devam edebilme emmaan çok geveledim, anasını sikim işte bombok amına koyim. Gitmiyor dostlar yalandan bir devamlılık söz konusu. Geleceğimin belirsizliğini geçtim, geçmişim bile o kadar iğrenç çorba bir vaziyette ki işin içinden dahi çıkamıyorum.


En ufak bir pırıltı bile yok. Çok beceriksizim yaşama adına. Bir kaç işte çalıştım, yer aldım, olmadı. Kendimi geçindirecek ekonomik özgürlük adına adımlar attım, yetmedi. Günde tek öğün yemek yedim yine yetmedi. Sevdim, aşık oldum herkes gibi. Belki beni ayıplayacağınız kadar kadın sevdim, sevgim hiç birine yetmedi. Hele içlerinden biri var ki diğerlerinden sonra apayrı sevdim hepsinden fazla, ona da yetemedim. Hiç başarılı olamadım yaşantı adına. Hem de hiç yetemedim. Hiç denkleştiremedim. Tamam, artık bak oldu başardım, olduğu kadar işte bile diyemedim. Hep kaldı kursağımda, tıkandı ağzımda, düğümlendi boğazımda ve patladı götümde. Oldu derken aslında bir tanesine bile yaklaşamadım ya, o insanı bezdiriyor işte. Hep eksik kaldım. Ve hep de eksildim biraz biraz. 


Dedim ya birini apayrı sevdim diye. Bahsetmesem olmaz şimdi. Yanlış anlaşılmasın burada sevginin azı çoğu kıstası değil. Yaşantımdaki herkesi sevdim. Bazıları ise beni hiç sevmedi. Seks küstepi, gönül posası olduk bazılarına. Apayrıdan önce onları anlatayım en iyisi.

Sen saf gibi sevgili olduğunuzu düşünürken, meğerse hiçbir şey olduğunuz farkındalığı geliyor ya, vaylar aney vaylar babey. Kendimi geri zekalı hissettiğim anların top 5’inde zirveye oynar. Bu da bir itirafım olsun. “salak mısın keyfine bak” deniliyor, ama inanın dostlar anasını sikim böyle keyfinin de birlikteliğin de. Hadi bunu geçtim, bu dümdüz salaklık zaten. Diğerlerinde ise bile bile, göre göre üzüldüm içimde. Madem içimizi döküyoruz yalan yok. Yani sonradan aşık olma, sevme, bağlanma durumu falan yok. Sikeyim aşkını bağlanmasını ayrıca. Karşı tarafın aslında umurunda olmamak çok yıpratıcı. Hele ki ilişki bittikten sonra onları birilerinin kollarında aşkla görmek çok acı. O sünepelerden daha çok sevdim daha çok değer verdim, karşımdakini hep önemsedim ilişkinin türü ne olursa olsun. Yeri geldi terk edildiler yine yanlarında bulundum.  Kimse üzülsün istemedim hiç, dayanamam da zaten ağlayana. Kimseyi de yadırgamadım, hiç sırt çevirmedim. Kimseyle küs de ayrılmadım. Fakat ne yaparsanız yapın yeri geliyor cidden götünü gördüğünüz insanın bir daha yüzünü göremiyorsunuz. 1 değil 2 değil 3 değil amına koyim de eksik olan ne acaba?  Hala hiçbir fikrim yok. Fikirlik bir durum olsa herhalde en son bana düşerdi bu durumun çözümü.


Neyse “apayrı”ya gelelim.  Onu ayrı sevdim anlayın işte. Hayatımda ilk kez bana cidden değer veren bir insan vardı. İnsan sevilmek ister dostlar. Değer görmek, önemsenmek, en azından biri için önemli olduğunu bilmek ister.


Einstein babanın görelilik kuramını bilmesem hepinize onunla geçen bir dakikanın, belki de bir kaç saniyenin aslında saatler sürdüğünü bilimsel olarak izah edemezdim herhalde. Hatta bir kere öyle güzel güldü ki biraz... Biraz dediysek saatlerce falan işte. Çevremdeki herkese bahsettiğim kişi yani vir vir vir edebiyatlık bi durum yok.


Sizi her şeyden fazla seven insan, sizin için herkesi, her şeyi karşısına alan kişi sizi bırakmayacağını düşünürsünüz ya. Eh bazen en yakınınız da olsa aslında sizin yakınınızdan başka yerlerde olabiliyormuş. Aslında bir kez değil birkaç kez de olabiliyormuş. Olsun, bu sefer her şey yolundaydı. Sevgisinden zerre şüphe etmedim. Ettirmedi de cidden ne fedakarlıklar gösterdi. Tek istediğim sevilmekti, önemsenmekti ve onda fazlasıyla vardı da. Çok acı, zavallıca valla. Hala kimse de sevmedi beni onun gibi. Bir itiraf daha olsun ben de kimseyi sevemedim onun gibi. Ne yaşanırsa yaşansın laf edenin gırtlağına yumruğumu sokar, ses tellerini söker, götüne sokarım. Etraftakilerin "sana ayıp etmiş." sözlerine falan kulak asmadım. Bana ayıpsa ben söyledim ona herhalde. Hem ayıp neymiş, hem etrafı sikeyim.


Her şey yolundaydı dediysem hiçbir şey düzgün değildi yani. Yine bir şeyler eksikti. Sevgi aşk bolcaydı da ne bilim “başaramadık abi”. Yapmacık, birbirini sözde seven çiftleri görünce hep üzülürüm o yüzden. Çiğ romantizminiz batsın. Neyse biri vardır insanın yaşantısında farklıdır ya öyle işte. Kendinizden pay biçin. Eski sevgili deyince en sonuncu anlamında değil, üstünden ne kadar zaman ve kişi geçse de, aklınıza gelen bir ilk isim olur ya. O işte ondan bahsediyorum. Belki kendine, hatta diğer ilişkilerine hakaret ama duygu ile mantık ters orantılı ne yazık ki. Umarım arada beni kontrol edip okumaz bunu. Yoksa çok utanırım. Fakat risk budur. Sikimden aşşaaa Kasımpaşa bu saatten sonra. Çükümü yesin.


Neye elimi neye atsam batırdım anlayacağınız. Tabi bu tür durumlar öznel şeyler. Dışarıdan farklı durabildiği gibi başkalarında apayrı yer ediniyor. Bende ki hüsran işte özet olarak. Dedim bari küçüklükten aşık olduğum kulüp renklerine artık öncelikli gönül vereyim. Çünkü artık gerçek bir taraftar olma, takımının yanında olma fırsatı var adam akıllı. Dedim bu sefer olacak. Belki hiçbir önemi yok, hiçbir yeri, kazancı yok, kendim adına hiçbir başarı elde edemeyeceğim ama olsun ulan. Baktığında ne kadar önemsiz anlamsız olursa olsun başaracağım ulan dedim. Bu sefer sevdim mi olacak, mücadele ettim mi olacak sıkı sıkı sarılacağım sığınacağım ona dedim. Gurur duyacağım her geriye dönüp baktığımda. Ama öyle uzaktan olmaz dedim. Seviyorsan destekleyeceksin, savunacaksın, bağıracaksın, gerekirse kavga edeceksin dedim. Adının geçtiği her yere gittim ekonomim el verdiğince, savundum bulunduğum her yerde, bağırdım boğazım patlarcasına, sesim kısık gezdim günlerce ve girdim uğruna kavgalara. Ne elim, bileğim, ayağım, bacağım kaldı, dişim kırıldı sağlımı hiçe saydım. Sosyal yaşantımı bile mahvettim uğruna. Olmadı dostlar. Etkimin aslında bir hiç olduğu konuda bile başaramadım. Yapamadım olmadı. Nerede hata olduğunu hiç bulamıyorum ama yok, olmuyor. Fakat olsun bunun yeri ayrı. Bu sevdadan dönenin, adı kahpe olsun terk edenin.


Ne içimi dökebildim, ne anlatabildim hatta anlatmak ne kelime kendimi ifade bile edemedim, ne de şöyle pöyküre pöyküre ağlayabildim rahatça uzun süre. Mermer gibi kaldı hep içimde. Alın yazım belki değişir dedim. Değişmedi. O zaman sileyim bu yazımı, yenisi yazılsın dedim. Silinmedi.
Meğerse tükenmez kalemle yazılmış. Kurşun kalem silgisiydim ben. Azaldığımla kaldım. 

Sevilmek istedim sadece. Nezaket hiç kazandırmadı fakat Beyoğlu efendiliğimi de bozmadım ilişkilerimde. Hırbo olmak lazım galiba. Neee bilem işte azcık kustum içimi. Anlat dese biri anlatmazdım. Okumasanız bile ben yazdım valla. Sait üstat da işi biliyormuş. Neyse bir şarkı bırakıp son vereyim bu yazıya artık. Bu kadar zırvalık yeter.






1 Şubat 2020 Cumartesi

Ayrılış



İnsanların içlerinden geçen her şeyi birileriyle paylaşmadığı aşikar. Fakat biliyoruz ki insan her şeyi içine atarsa kafayı yer. Öyle bir hisle doluyorsun ki bazen, anlatacak hiçbir şeyin yok fakat içinde yaşadığın duygular çok yoğun. Yazdıkların, konuştukların her şey sığ kalıyor o noktada.

İşte böyle zamanlarda ilgin, insanlardan, paylaşımdan, konuşma isteğinden farklı şeylere kayıyor. Tek başına kafanı dağıtmak istiyorsun mesela ama biliyorsun ki aslında öyle ahım şahım problemlerin de yok. Ama kafan dolu. Kendin bile bu saçmalığı anlayamıyorsun. Çoğu zaman yalnızlıkta kaynaklandığını düşündüğüm bir bunalım hali.

Ne film izlemek ne kitap okumak ne de oyun oynamak tatmin ediyor seni bir zaman sonra. İşte hallerden böyle bir hal içindeyken neden sigara ve alkole eğilimin başladığını kestirmek çok da zor değil. İçinden çıkamadığın bu durum, dile gelmeyecek bir yoğunluk olduğundan bir objede gideriyosun bu ihtiyacı. Nasıl ki bir insan seni dinlerken tepki verir; karşındaki nesne de sana bir tepki versin istiyorsun ki yalnız olmadığını anlayasın. Sigara; boğazını yakıyor, içine akıyor ve sanki ciğerinden bir şeyler söküp alıyor. Seni saçma bir şekilde rahatlatıyor. Bir şişe içki; başını döndürüyor, beynini uyuşturuyor, ağlatıyor, güldürüyor şahsen beni de çok mutlu ediyor ve sana biraz hükmediyor ama sonuçta kendini hissettiriyor.

Geçen sene bu zamanlarda ailemin yanında aşırı bunalımlı bir dönem geçirmiştim de ağlayamamıştım bile pöyküre pöyküre. Bırak pöykürmeyi gözlerim dolsa hemen zayıflık olarak nitelendiriliyor durum. Depresyonun içinde patlaması işte öyle böyle değil çok fena bir şey. Halini anlatacak gücün bile olmuyor, anlatsan birilerine herkes bunu mantıksal çerçevede çözmeni bekliyor senden. Zaten mantıklı hareket etmeye çalışan biriyim ama o an anlamlandıramadığın duygular o kadar ağır basıyor ki mantıklı düşünsen dahi pratiğe dökebilecek halin olmuyor veya o an için mantıklı gelmiyor. İş işten geçtikten sonra da "Şerefsizim benim aklıma gelmişti." aydınlanması yaşıyorsun ama o çözüm, o zaman için lazımdı.

Hele ki çözümsüz kalınan olaylarda durum daha da vahim. "Benim yapabileceğim bir şey var mı? Yok. O zaman kafaya takmaya lüzum da yok." diye sıyrılmayı ve elbette ki en sevdiğim laf olan "Bakarız bi'çaresine" ile kendimi rahatlatır, normal yaşantıma devam ederim. Çünkü çözüm yok. Ama bu buhrandayken olmuyor işte sürekli ne düşündüğünü dahi bilmeden düşüncelere dalıyorsun.

Bu tür zamanlarda ne sokaklara taşabiliyor, ne dört duvar arasına sığabiliyor insan. Ne sigaranın dumanını çekebilirsin ciğerine, ne sigarasız nefes alabilirsin. Saniyeler birbirini kovalar durur, yelkovan "akrep nereye abi beni de bekle" deyip koşar. Dakikalar saat olur, saatler güne yakın olur, zaman geçmez olur. Gregor Samsa böcek olur, Özdemir Asaf zaten beklemedi o da gelmedi, güneş uykuya daldı karanlık oldu, ölüm gibi bir şey oldu kimse ölmedi, olan her şey zamanı biraz daha durdurdu.

Zaman en katlanılmaz yavaşlığa vardığında bilgisayar hoparlöründen bir şarkının sesi geliyordu;


"Bakakalırım giden geminin ardından;
Atamam kendimi denize, dünya güzel;
Serde erkeklik var, ağlayamam."

29 Ocak 2020 Çarşamba

Değişmeyen Bank

Banka baktım iki kişi oturuyordu zaten o bankı genelde çok az boş bulabilmişimdir. Neyse bankları süzmeye devam ettim, bana en yakın bankta yaşlı bir hanımefendi oturuyordu, normalde o banka oturulur ama oturmadım. Oturmak istemedim, otursam ''anlat bakalım genç adam'' diye başlayan senaryosal bir diyalog yaşayacakmışız gibi geldi, aslında severim öyle şeyleri de o an istemedim işte. 

Gezi Parkını bilenler bilir bankların orada da ağaçların etrafında yuvarlak nizamda oturulacak yer var. Gerçi park büyük de benim dediğim yer Beltur'un hemen dibi. Oraya oturdum yüzümü denize döndüm ve içimden ''bu ne lan'' dedim. ''deniz var, karşıda yine şehir var; hani bunu uçsuz bucaksız özgürlüğü'' diye de devam ettim. Sonra karşıda Kadiköy ve oradaki bir çok anı, üstüne Fenerbahçe olduğu aklıma gelince "Ne diyon amına koyim boş laflar yine" diye sitem ettim kendime durduk yere. Sesli de konuşurdum da yanımda yaşlı bir beyefendi vardı beni deli sanabiliridi. O sırada küçücük bir kız çocuğu belirdi, elinde şu ucu küçük tekerlekli bastonsu oyuncaklardan vardı, çocuğa gülümsedim o da bana bir gülümsedi. Sonra gülümsemeyi bıraktı ve elini havaya kaldırdı annesi yetişti elinden tuttu, ulan ''bıngacık'' çocuk annem yanımda diye hatıralarıma artistlik yapmıştı ama çocuk sonuçta diye çok umursamadım. 

O esnada yaşlı beyefendi yavaşça doğruldu, ayağa kalktı ama bunu o kadar yavaş yaptı ki kelimelerle ifade etmem çok zor. Beyefendiyi gözümle takip ettim, gitti yaşlı hanımefendinin yanına oturdu. ''Vay babey, vaylar babey'' diye şaşırdım. Demek o yaşlı beyefendi benim yaşlılığımmış dedim, fotoğraflarda filmlerde falan arkadan çekilmiş banka oturan insanların görüntüsünü çok severim. bir süre yaşlı çiftimizi izledim. Sonra onların bulunduğu bankın arkasında ki banka oturdum. Kadın bir şeyler anlattı adam arada onayladı arada bir şeyler ekledi; güzel güzel konuştular. Bir ara çiftimizin önüne orta yaşlı bir çift geldi benim bakış açıma göre de genç çiftin kadın ve adamı, yaşlı çiftin kadın ve adamı ile aynı hizaya denk geldi ve o an kaderim değişti de sanki geleceğimden Gezi Parkında oturduğum o anlar silindi ve başka bir şuandaki yaşlı adamın gençliğini yaşıyormuş gibi hissettim. Bu hissimi de sizlerle paylaşmak istedim. Durumun fotoğrafını da çekmeyi düşündüm ama görürler ayıp olur diye çekmedim. Onun yerine sabahın köründe çektiğim fotoyu atayım;